Malumunuz
eski bugün gazetesi
yeni star gazetesi yazarı
ahmet taşgetiren
başbakan için
bir savunan adam yazısı kaleme almış
benzeri bir yazıyı
daha önce erbakan hoca için de yazmıştı
öncelikle açıklama ihtiyacı duyduğum şey
erbakan hocaya yapılan
savunan adam hitabının
taşgetirenle bir alakası yok
bu sözün müellifi
yazdığı savunan adam şiiriyle
yasin hatipoğludur
yani buradan
ahmet taşgetirene maletme çabalarına girilmesin
bu uyarımızı yapalım
ve meselenin özüne dönelim
ahmet taşgetiren
sevdiğimiz
saydığımız
bir büyüğümüzdür
onun yazılarındaki samimiyeti sorgulayacak değiliz
haddimize de değil zaten
ama bazı hususları da belirtme ihtiyacı hissettik
yine haddimiz olmadan
erbakan hoca için yazılan yazıyı okuduğunuzda
yazı haricine bir şey koyamazsınız
yani "tamam ahmet bey iyi diyosun da
erbakan şunları da yapmıştı" diye
aynı şeyleri erdoğan için yazması ise
bana göre biraz romantizme kaçış
biraz duygu sömürüsü
biraz kamufle etme gibi olmuş
yazar yazısında ne kadar samimi olursa olsun
ben çıkardıklarımı belirtiyorum
yani öze gelecek olursak
erdoğana bir yanlış yapıldığı kesin
biz de yanlışmı belirtiyoruz.
ama erdoğanın yanlışlarına neden ses etmiyoruz
mesela şuan kanlı bıçaklı olunan cemaati
buralara kim getirdi
ya canım adamlar hüsnüzanla düşündü demeyin
tayyip erdoğandan bahsediyoruz.
mesela akp içindeki yolsuzluklara
hırsızlıklara neden göz yumuldu
bal tutan parmağını yalar diyeceksiniz
demeyin
çünkü bal avuçla götürülmüş durumda
aslında cemaat akp ilişkileri
bu kadar yüzeysel geçilebilecek bir konu değil
ama yerimiz de o kadar geniş değil
tekrar yazıya dönecek olursak
yazı özelinde türkiye geneline
erdoğanı erbakanlaştırma çabaları var gibi
yapmayın
erdoğandan bir erbakan çıkmaz
çıkarsa da sonu erbakan gibi olur
bir de erdoğana sorak lazım
erbakan gibi bir son ister misin diye
zannetmiyorum ki istesin
isteseydi
hocasının dizinin dibinden ayrılmazdı
velev ki ayrıldı
hocasına o lafları etmezdi
hem de bu kadar naif bir adama karşın
o lafları etmezdi
son olarak
bir de milli görüşü tekeline alanlara
yıllardır bizi hançerlemekten
ümmeti satmaktan bıkmayan
cemaat denen illete sahip çıkmayı bırakın
hırsıza hırsız
arsıza arsız deyin
gerçi kime anlatıyorum
ülkede başörtüsü yasağı
ve katsayı varken
çocuklarını imam hatibe göndermeyen
insanlardan
şimdi bütün hepsine erbakanca seslenmek istiyorum
hadi oradan hadi oradan
Allah sonumuzu hayretsin!
27 Şubat 2014 Perşembe
17 Şubat 2014 Pazartesi
kader,yol,aşk,güzel...
küçükken
mahallemize kurulan perşembe pazarında kaybolurdum hep
şimdiyse senin gözlerinde
o zamanlar
bazen sorarak
bazen kalbimin sesini dinleyerek
bazen de talihim gülerek
bi şekilde bulurdum yolumu
şimdi
pazar bulmaca eki labirentinde kaybolmuş
sivri uçlu bi kurşun kalemim
gittiğim her yere benimle geliyor
izim ve çizgim
geri dönmek istiyorum
kader çıkıyor karşıma
başka yok diyor
başka yolun yok
belki bir zalimin ellerinde
belki de bi güzelin gözlerinde...
kaybolucaksın
kaybolucaksın
eğer varsa kaderinde.
mahallemize kurulan perşembe pazarında kaybolurdum hep
şimdiyse senin gözlerinde
o zamanlar
bazen sorarak
bazen kalbimin sesini dinleyerek
bazen de talihim gülerek
bi şekilde bulurdum yolumu
şimdi
pazar bulmaca eki labirentinde kaybolmuş
sivri uçlu bi kurşun kalemim
gittiğim her yere benimle geliyor
izim ve çizgim
geri dönmek istiyorum
kader çıkıyor karşıma
başka yok diyor
başka yolun yok
belki bir zalimin ellerinde
belki de bi güzelin gözlerinde...
kaybolucaksın
kaybolucaksın
eğer varsa kaderinde.
11 Şubat 2014 Salı
Annem, Anneler, Burnum ve Söğütlü'nün Dereleri
Annem
"dereler kurudu da bu senin burnun kurumadı"
dediğinde de haklıydı
aslında anneler hep haklıdır
sadece anlamak zaman alır
annem bana bu ve bunun gibi
haklı olduğu bir sürü sözü sarfettiğinde
ilkokul çağlarımda
dünyanın dönmeye başladığı yer diyemesek de
durmaya başladığı yerde
söğütlüde yaşıyorduk
yoğun günlerdi
evden okula okuldan eve evden top sahasına top sahasından eve evden tekrar okula....
anlicanız hiç boş vaktimiz olmadı
bırakın kitap okumak gibi entelektüel çalışmalar yapmayı
ilk baharda
sınır boylarına eriğe gitmeye bile zor vakit bulurduk.
belkide mahallenin futbol oynamayı en az seven çocuğuydum
abimleri ve arkadaşlarımı izlemeye gittiğim festival sahasında
(namı değer süt festivali çerçevesinde yağlı güreşlerin yapıldığı alan)
genelde adam eksikliğinden zorla oyuna dahil edilir
genelde abimin takımında olur
ve maçın başından sonuna kadar abim
top oynamaktan çok benim peşimde koşardı
nedense o lanet takımlarda hep bir kişi eksik olur
ve yine nedense o eksikliğe sebep olan kişi
benim gibi izlemeyi tercih etmezdi
yani olan hep bana olurdu
neyse konumuz bu değil tabi
en son erik diyorduk
evet
evimizin yakınlarında
o kadar çok tatlı ve ekşi erik çeşitleri varken
nerdeyse yarım günlük yollara erik peşine giderdik
balık mı
balık için biraz daha büyüyüp
orta okula geçmem gerekicekti
aslında babamı tanısanız
kardeşler olarak kime çektiğimizi
az buçuk anlardınız
babam eve haftada bir
olmadı on beş günde bir gelirdi
bizim futbol maceralarımızda
bu bir hafta veya on beş günün sonunda
genelde sıra sopasıyla sonuçlanırdı
aslında sonuçlanırdı dersek yanlış olur
sadece küçük bir vurgun yerdi
yoksa ertesi gün kaldığı yerden devam ederdi zati
her okul çıkışı top sahasına giderken
eğer anneme yakalanmışsak
"olum bak baban gelicek
yine sopa yiceksiniz" derdi
anlicanız annem burda da haklı çıkardı
gerçi "burda da" sözünü
burda kullanmam yanlış oldu gibi algılamayın
yazının başındaki dere-burun mevzuuna dönüş yapıcam
evet
bizim bu çocukluğumuzu yaşadığımız ilçenin
adını aldığı söğütlere gelelim
ilçemiz boyunca uzanan
eski adı nedir bilmesek de
yeni adı namı değer boklu dere olan
bu dere etrafında kümelenen
veya dere boyunca sıralanan
söğüt ağaçlarından alırmış ismini
söğütlü diye
zamanında
bu derede yüzüldüğü
balık tutulduğu rivayet edilse de
o zamanlar ne yüzülebilecek
ne de balık tutulabilecek hali kalmıştı
geldiği yerler ve ilçemizin katkılarıyla
adı boklu dere olmuş çıkmıştı
zaten dere boyunda pek söğüt de kalmamıştı
bu dere boyunda kalan ender söğüt ağaçlarından biri
evimizin karşı çaprazına düşerdi
köprü de bu ağacın elli-yüz metre ötesine
mahallenin gençleri
bu köprüye dolaşmaya üşendikleri için
genelde bu
hafif rüku halli söğüt ağacını kullanırlardı
ben de o zamanlar bu ağacı
bir iki teşebbüsten sonra geçmeyi başarabilmiştim
yine bir teşebbüsüm
teşebbüs olarak kalmıştı
nasıl olduğunu pek anlayamamış olsam da
hala derenin için deki halimi çok iyi hatırlarım
komşumuzun bizden yaşça hayli büyük oğlu mehmet abi olmasa
(namı değer çorbacı memet)
muhtemelen şuan bu yazıyı okumak yerine
başka işlerle iştigal olurdunuz
büyük eksiklik yani
dereye düştüğümde üstümde
aldığımız yirmi gün-bir ay olmuş
bordo renkli bez eşofman takımım vardı
halbu ki ölebilirdim ama
en çok ona üzülmüştüm
neticede trabzonsporluyduk
neyse lafı fazla uzattım yine
sözlerim başına dönücek olursak
annem bana bu sözü kullandığında
aklıma hep bu boklu dere gelirdi
o zamanlar gayet deli dolu
kış aylarında taşan
boklu boklu akan dere
heralde benim burnum
bu dere kuruduğunda kurur
diye düşünürdün hep
çocukluk işte
kendimden umudum vardı yani
yazımın başından beri bahsettiğim
bende çok fazla anısı olan bu dere
artık yok
üstü kapatıldı
ve bir kanalizasyon hattına dönüştürüldü
insan! eliyle
etrafındaki söğüt ağaçlarını sormayın zaten
anlicanız annem gerçekten haklı çıkmıştı
yaklaşık yirmi sene geçti
bundan sonra da
hep haklı çıkıcak gibi
haa unutmadan
söğütlüde doğmuş olsanız da
turnalarda yüzmediyseniz
gerçek bir söğütlülü olamazsınız
ne kadar söğütlülüyüm ona da siz karar verin!
"dereler kurudu da bu senin burnun kurumadı"
dediğinde de haklıydı
aslında anneler hep haklıdır
sadece anlamak zaman alır
annem bana bu ve bunun gibi
haklı olduğu bir sürü sözü sarfettiğinde
ilkokul çağlarımda
dünyanın dönmeye başladığı yer diyemesek de
durmaya başladığı yerde
söğütlüde yaşıyorduk
yoğun günlerdi
evden okula okuldan eve evden top sahasına top sahasından eve evden tekrar okula....
anlicanız hiç boş vaktimiz olmadı
bırakın kitap okumak gibi entelektüel çalışmalar yapmayı
ilk baharda
sınır boylarına eriğe gitmeye bile zor vakit bulurduk.
belkide mahallenin futbol oynamayı en az seven çocuğuydum
abimleri ve arkadaşlarımı izlemeye gittiğim festival sahasında
(namı değer süt festivali çerçevesinde yağlı güreşlerin yapıldığı alan)
genelde adam eksikliğinden zorla oyuna dahil edilir
genelde abimin takımında olur
ve maçın başından sonuna kadar abim
top oynamaktan çok benim peşimde koşardı
nedense o lanet takımlarda hep bir kişi eksik olur
ve yine nedense o eksikliğe sebep olan kişi
benim gibi izlemeyi tercih etmezdi
yani olan hep bana olurdu
neyse konumuz bu değil tabi
en son erik diyorduk
evet
evimizin yakınlarında
o kadar çok tatlı ve ekşi erik çeşitleri varken
nerdeyse yarım günlük yollara erik peşine giderdik
balık mı
balık için biraz daha büyüyüp
orta okula geçmem gerekicekti
aslında babamı tanısanız
kardeşler olarak kime çektiğimizi
az buçuk anlardınız
babam eve haftada bir
olmadı on beş günde bir gelirdi
bizim futbol maceralarımızda
bu bir hafta veya on beş günün sonunda
genelde sıra sopasıyla sonuçlanırdı
aslında sonuçlanırdı dersek yanlış olur
sadece küçük bir vurgun yerdi
yoksa ertesi gün kaldığı yerden devam ederdi zati
her okul çıkışı top sahasına giderken
eğer anneme yakalanmışsak
"olum bak baban gelicek
yine sopa yiceksiniz" derdi
anlicanız annem burda da haklı çıkardı
gerçi "burda da" sözünü
burda kullanmam yanlış oldu gibi algılamayın
yazının başındaki dere-burun mevzuuna dönüş yapıcam
evet
bizim bu çocukluğumuzu yaşadığımız ilçenin
adını aldığı söğütlere gelelim
ilçemiz boyunca uzanan
eski adı nedir bilmesek de
yeni adı namı değer boklu dere olan
bu dere etrafında kümelenen
veya dere boyunca sıralanan
söğüt ağaçlarından alırmış ismini
söğütlü diye
zamanında
bu derede yüzüldüğü
balık tutulduğu rivayet edilse de
o zamanlar ne yüzülebilecek
ne de balık tutulabilecek hali kalmıştı
geldiği yerler ve ilçemizin katkılarıyla
adı boklu dere olmuş çıkmıştı
zaten dere boyunda pek söğüt de kalmamıştı
bu dere boyunda kalan ender söğüt ağaçlarından biri
evimizin karşı çaprazına düşerdi
köprü de bu ağacın elli-yüz metre ötesine
mahallenin gençleri
bu köprüye dolaşmaya üşendikleri için
genelde bu
hafif rüku halli söğüt ağacını kullanırlardı
ben de o zamanlar bu ağacı
bir iki teşebbüsten sonra geçmeyi başarabilmiştim
yine bir teşebbüsüm
teşebbüs olarak kalmıştı
nasıl olduğunu pek anlayamamış olsam da
hala derenin için deki halimi çok iyi hatırlarım
komşumuzun bizden yaşça hayli büyük oğlu mehmet abi olmasa
(namı değer çorbacı memet)
muhtemelen şuan bu yazıyı okumak yerine
başka işlerle iştigal olurdunuz
büyük eksiklik yani
dereye düştüğümde üstümde
aldığımız yirmi gün-bir ay olmuş
bordo renkli bez eşofman takımım vardı
halbu ki ölebilirdim ama
en çok ona üzülmüştüm
neticede trabzonsporluyduk
neyse lafı fazla uzattım yine
sözlerim başına dönücek olursak
annem bana bu sözü kullandığında
aklıma hep bu boklu dere gelirdi
o zamanlar gayet deli dolu
kış aylarında taşan
boklu boklu akan dere
heralde benim burnum
bu dere kuruduğunda kurur
diye düşünürdün hep
çocukluk işte
kendimden umudum vardı yani
yazımın başından beri bahsettiğim
bende çok fazla anısı olan bu dere
artık yok
üstü kapatıldı
ve bir kanalizasyon hattına dönüştürüldü
insan! eliyle
etrafındaki söğüt ağaçlarını sormayın zaten
anlicanız annem gerçekten haklı çıkmıştı
yaklaşık yirmi sene geçti
bundan sonra da
hep haklı çıkıcak gibi
haa unutmadan
söğütlüde doğmuş olsanız da
turnalarda yüzmediyseniz
gerçek bir söğütlülü olamazsınız
ne kadar söğütlülüyüm ona da siz karar verin!
4 Şubat 2014 Salı
imtihanı kaybediyoruz
"Diyorum ki arkadaş,
illa taraf olucaksak
Hakk'tan taraf olalım.
Yani hırsıza hırsız,
arsıza arsız diyelim!
İnsanlara da
Hakk'ça bir düzen vaad edelim.
Ama gözden düşen hırsıza,
denize düşen arsıza
sarılmayalım!
Anlıcan gittikçe zalimleşiyor,
zalimleştikçe iman çizgisini aşıyoruz!
İmtihanı da kaybediyoruz!"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)